Kategoriler
Futbol

Futbolun Ekonomisine Oyuncuların Etkisi

Futbol artık sadece bir spor dalı olmaktan çıkmış, küresel çapta milyarlarca dolarlık ciroları olan devasa bir endüstri haline gelmiştir. Bu ekonomik ekosistemin merkezinde ise oyuncular yer alır. Onlar sadece sahada attıkları goller veya kurtardıkları pozisyonlarla değil, aynı zamanda yarattıkları ekonomik dalgalanmalarla da bu endüstrinin temel taşlarını oluşturur. Bir oyuncunun etkisi, transfer bedellerinden marka değerine, sosyal medyadan yerel ekonomilere kadar uzanan geniş bir yelpazede kendini gösterir.

Transfer Piyasasının Dinamosu

Oyuncular, futbol ekonomisinin en görünür ve en çok konuşulan etkisini transfer piyasasında yaratır. Yıldız bir oyuncunun imzası, kulüpler için milyonlarca, hatta yüz milyonlarca avroluk yatırım anlamına gelir. Bu transfer bedelleri, sadece satın alan ve satan kulüp arasında gerçekleşen bir finansal akış değildir. Genellikle oyuncunun eski kulüplerine, menajerlerine ve yatırımcılara da önemli miktarlarda para aktarılmasını sağlar. Örneğin, Neymar’ın Paris Saint-Germain’e rekor transferi, sadece Barcelona’ya inanılmaz bir gelir sağlamakla kalmadı, aynı zamanda tüm piyasadaki oyuncu değerlemelerini yeniden şekillendirdi. Bu tür transferler, kulüplerin mali yapılarını doğrudan etkiler, borçlanma stratejilerini belirler ve yatırımcı güvenini şekillendirir.

Marka Değeri ve Sponsorluk Gelirleri

Bir oyuncu, sahadaki performansının yanı sıra bir “marka” olarak da kulübüne ve kendisine muazzam ekonomik katkılar sağlar. Cristiano Ronaldo veya Lionel Messi gibi küresel yıldızlar, sadece maç kazandırmakla kalmaz, aynı zamanda kulüplerinin formalarının satışından sosyal medya takipçilerine kadar her alanda gelir kapılarını aralar. Bu oyuncuları kadrosunda bulunduran kulüpler, sponsorluk anlaşmalarında çok daha güçlü bir pazarlık pozisyonuna sahip olur. Oyuncunun kendi imaj hakları üzerinden yaptığı bireysel sponsorluk anlaşmaları da (ayakkabı, giyim, kozmetik vb.) devasa bir ekonomi yaratır. Bir oyuncunun popülaritesi, kulübünün uluslararası tanınırlığını artırarak, yeni coğrafyalardan taraftar kazanmasına ve bu pazarlarda ürün satabilmesine olanak tanır.

Sosyal Medya ve Dijital Ekonomi

Modern futbol ekonomisinde sosyal medya, oyuncuların gücünü katlayan en önemli araçlardan biridir. Milyonlarca takipçisi olan bir oyuncu, kulübünün dijital varlığını doğrudan etkiler. Bir gönderisinde kulübünün formasını giyen bir yıldız, milyonlarca insana ulaşarak marka değerine katkıda bulunur. Bu dijital etki, kulüplerin sosyal medya hesaplarının değerini artırır, bu hesaplar üzerinden yapılan reklam ve sponsorluk gelirlerini yükseltir. Ayrıca, oyuncular artık kendi kişisel markalarını dijital platformlar üzerinden doğrudan paraya çevirebilmekte, bu da futbol ekonomisinde yeni bir gelir kapısı oluşturmaktadır.

Yerel Ekonomilere Katkı

Bir oyuncunun ekonomik etkisi sadece kulüple sınırlı değildir. Özellikle büyük yıldızların bir şehre veya ülkeye transferi, yerel ekonomi üzerinde gözle görülür bir canlanmaya neden olabilir. Bu oyuncuların yaptığı harcamalar (konut, otomobil, sosyal yaşam), çevrelerinde oluşan ekosistem (menajerler, antrenörler, güvenlik) ve beraberinde getirdikleri turizm potansiyeli (hayran ziyaretleri) yerel işletmeler için önemli bir gelir kaynağıdır. Örneğin, bir yıldız oyuncunun takımıyla kazandığı şampiyonluk, şehirde kutlamalara, restoran ve barlarda ciroların artmasına, genel bir ekonomik hareketliliğe yol açar.

Riskler ve Sürdürülebilirlik

Oyuncu odaklı ekonominin beraberinde getirdiği bazı riskler de bulunmaktadır. Kulüpler, bütçelerini çok az sayıdaki yıldız oyuncuya bağımlı hale getirebilir. Bu oyuncunun sakatlanması, form düşüklüğü ya da serbest kalması kulübü ciddi bir finansal krize sürükleyebilir. Ayrıca, oyunculara ödenen rekor ücretler ve bonservis bedelleri, futbolun sürdürülebilirliği konusunda soru işaretleri doğurmaktadır. Finansal Fair Play kuralları, kulüpleri bu harcamalar konusunda daha dengeli davranmaya zorlasa da, oyuncu piyasasının şişkin değerleri, futbol ekonomisinin en büyük kırılganlıklarından biri olmaya devam etmektedir.

Sonuç olarak, futbol oyuncuları sahada sergiledikleri performansın çok ötesinde bir ekonomik güce sahiptir. Transfer piyasasını hareketlendirir, marka değeri yaratır, dijital ekonomiyi şekillendirir ve yerel ekonomilere can verirler. Ancak, bu gücün yönetilmesi ve sürdürülebilir bir finansal model içine oturtulması, kulüpler ve futbolun geleceği için hayati önem taşımaktadır.

Kategoriler
Futbol

Dünya Kupası’nın Doğuşu ve Bir Tasarımın Hikayesi

Futbolun en büyük ve en prestijli organizasyonu olan FIFA Dünya Kupası, yalnızca sahadaki mücadeleleriyle değil, temsil ettiği anlamlar ve sahip olduğu ikonik kupa tasarımıyla da spor tarihine damgasını vurmuştur. Bu efsanevi ödülün ortaya çıkış hikayesi, bir sanatçının dehası ile futbolun en yüksek mertebesini somutlaştırma arzusunun birleşiminden doğar. Kupayı tasarlama şerefine nail olan isim, Fransız heykeltıraş Abel Lafleur’dur.

Bir Sanatçının Vizyonu ve Abel Lafleur’un Çağrısı

1930 yılında, ilk Dünya Kupası organizasyonu Uruguay’da düzenlenirken, FIFA’nın katılımcı uluslara sunacağı ödülün ne olacağı sorusu gündeme geldi. O dönemdeki FIFA Başkanı Jules Rimet’nin öncülüğünde, düzenlenen yarışmanın galibini ölümsüzleştirecek bir kupa ihtiyacı doğdu. Bu görev, Parisli ünlü bir heykeltıraş olan Abel Lafleur’a verildi. Lafleur, görevin öneminin farkındaydı; tasarlayacağı eser, dünyanın dört bir yanındaki milyonlarca futbolseverin hayalini ve dört yılda bir şampiyon olan takımın ulaştığı zirveyi temsil edecekti. Onun atölyesinde, futbol tarihinin en ikonik nesnelerinden birinin yapım süreci başladı.

Zaferin Sembolü ve Orijinal Kupanın Detayları

Abel Lafleur’ün elinden çıkan orijinal kupa, “Zafer Tanrıçası Nike” heykelciği olarak da biliniyordu. Bu isim, Antik Yunan mitolojisinde zaferi simgeleyen tanrıça Nike’ye bir göndermeydi. Kupa, 35 santimetre yüksekliğinde ve 3.8 kilogram ağırlığındaydı. Değerli bir malzeme olan gümüş üzerine altın kaplamadan yapılmıştı. Heykelciğin ayaklarının altında, sekizgen bir lapis taşı (laciverttaşı) bulunuyordu. Lafleur’ün tasarımı, zarafet ve gücü bir arada sunuyordu; tanrıçanın kanatlarını açmış, iki eliyle bir kase tuttuğu dinamik pozu, futbolun yüceliğini ve zaferin coşkusunu mükemmel bir şekilde yansıtıyordu. Bu eser, sadece bir spor ödülü değil, aynı zamanda döneminin önemli bir sanat eseri olarak kabul edildi.

Kupanın Çalkantılı Yolculuğu ve Yeniden Doğuşu

Lafleur’ün bu şaheseri, II. Dünya Savaşı’nın gölgesinde tehlikeli bir dönem geçirdi. İtalya’da bulunan kupa, savaşın kaosundan korunması için FIFA yetkilisi Ottorino Barassi tarafından gizlice bir ayakkabı kutusunun içinde saklandı. Bu cesur hareket, kupayı Nazilerin eline geçmekten kurtardı. Daha sonra, 1966’da İngiltere’de sergilendiği sırada çalındı, ancak şans eseri bir köpek named Pickles tarafından bir bahçede bulunarak geri getirildi. Brezilya, 1970 Dünya Kupası’nı üçüncü kez kazanarak kupayı kalıcı olarak alma hakkı elde ettiğinde, orijinal kupa Brezilya’ya gitti. Ne yazık ki, 1983 yılında Rio de Janeiro’da sergilendiği bir müzeden bir daha geri getirilemeyecek şekilde çalındı ve muhtemelen eritildi. Bu kayıp, futbol dünyasında büyük bir şok ve üzüntü yarattı.

Jules Rimet Kupası’ndan Bugüne Bir Miras

Orijinal kupanın kaybından sonra, FIFA yeni bir kupa tasarımı için uluslararası bir yarışma düzenledi. 1974’ten itibaren şampiyonlara verilmek üzere İtalyan tasarımcı Silvio Gazzaniga’nın eseri kabul edildi. Ancak, Abel Lafleur’ün “Jules Rimet Kupası” olarak anılan orijinal tasarımı, Dünya Kupası fikrinin temelini oluşturdu. Onun yarattığı “Zafer Tanrıçası”, sadece Uruguay, İtalya, Batı Almanya, İngiltere ve Brezilya gibi ilk şampiyonlara değil, aynı zamanda futbolun altın çağının başlangıcına da tanıklık etti. Lafleur’ün vizyonu, dünyanın en çok izlenen spor etkinliğine ruhunu veren ilk somut nesne oldu ve bugün hala sahada mücadele eden her futbolcunun hayalini süsleyen altın kupanın öncülü olarak tarihteki yerini aldı.

Kategoriler
Spor

Aç Karnına Spor Yapmanın Etkileri

Spor yapma alışkanlıkları arasında en çok tartışılan konulardan biri, aç karnına antrenman yapmanın etkinliği ve vücuda olan etkileridir. Bu uygulama, özellikle kilo verme ve yağ yakımı hedefleyen bireyler arasında yaygın olarak tercih edilse de, beraberinde hem fırsatları hem de riskleri getirir. Aç karnına sporun vücudumuzda nasıl bir tepkime başlattığını anlamak, kişisel hedeflerimize uygun ve sağlıklı bir antrenman rutini oluşturmak için kritik öneme sahiptir.

Yağ Yakımı Üzerindeki Potansiyel Etkisi

Aç karnına spor yapmanın en çok öne sürülen faydası, artan yağ yakımı kapasitesidir. Gece boyunca aç kalan vücutta glikojen (karbonhidrat) depoları azalmış durumdadır. Sabah aç karnına kardiyo veya düşük yoğunluklu bir antrenman yapıldığında, vücut enerji ihtiyacını karşılayabilmek için depolanmış yağları daha erken bir aşamada kullanmaya başlar. Bu durum, teorik olarak yağ yakım sürecini hızlandırabilir. Ancak buradaki kritik nokta, yakılan yağ miktarının toplam enerji dengesi içindeki yeridir. Gün içinde alınan kaloriler, bu etkiyi doğrudan belirler. Yani aç karnına spor, ancak genel olarak dengeli ve kontrollü bir beslenme planıyla desteklendiğinde anlamlı bir kilo kaybına katkıda bulunabilir.

Enerji Seviyeleri ve Performansa Etkisi

Potansiyel yağ yakımı faydasının yanında, aç karnına sporun en belirgin dezavantajı düşen enerji seviyeleridir. Vücudun birincil enerji kaynağı olan karbonhidratların yetersiz olması, özellikle yüksek yoğunluklu antrenmanlarda, kısa sürede yorgunluk hissine yol açabilir. Ağırlık kaldırma, interval antrenman (HIIT) veya yüksek tempolu koşu gibi aktivitelerde performans önemli ölçüde düşebilir. Daha düşük ağırlıklarla çalışmak, daha az tekrar yapmak veya antrenman süresini kısaltmak zorunda kalınabilir. Bu da uzun vadede kas kütlesi artırma veya dayanıklılık geliştirme hedeflerine ters düşebilir. Vücut, enerji sağlamak için sadece yağları değil, aynı zamanda amino asitleri, yani kas dokusunu da kullanmaya başlayabilir.

Kas Kütlesi Üzerindeki Olası Riskler

Aç karnına yapılan antrenmanlar, özellikle uzun süreli ve yıpratıcı egzersizlerde, kas kaybı riskini beraberinde getirebilir. Enerji açığı oluştuğunda vücut “katabolik” bir duruma geçebilir. Bu durumda, enerji üretmek için kas proteinlerini parçalamaya başlar. Bu süreç, özellikle kas inşa etmeye çalışan bireyler için istenmeyen bir sonuçtur. Antrenman sonrası doğru beslenme bu riski azaltmada anahtar rol oynasa da, antrenman sırasında yeterli enerjiye sahip olmamak kas onarım ve büyümesini zorlaştırabilir. Bu nedenle, kas kütlesini korumak veya artırmak isteyenler için aç karnına ağır antrenman yapmak genellikle önerilmez.

Kimler İçin Uygun, Kimler İçin Değil?

Aç karnına spor yapmak, herkes için uygun bir yöntem değildir. Bu uygulama, düşük yoğunlukta kardiyo yapan, kilo verme odaklı ve bu durumu kendisi iyi tolere edebilen bireyler için bir seçenek olabilir. Ancak, yüksek tansiyon, diyabet gibi metabolik bir rahatsızlığı olanlar, hamileler, performans hedefi yüksek atletler ve kas kütlesini artırmayı hedefleyen bireyler için riskli olabilir. Aç karnına spor yaparken baş dönmesi, mide bulantısı veya aşırı halsizlik hissedilmesi durumunda antrenmana derhal son verilmelidir.

Doğru Yaklaşım ve Öneriler Aç karnına spor yapmaya karar veren bireylerin dikkat etmesi gereken birkaç önemli nokta vardır. Öncelikle, antrenmanın yoğunluğu düşük tutulmalıdır; hafif tempolu koşu, yürüyüş veya bisiklet gibi. Süre 30-45 dakikayı aşmamalıdır. Antrenman sonrası ise kritik bir “pencere” bulunur. Kasların onarımı ve glikojen depolarının yenilenmesi için antrenmanı takip eden 30-60 dakika içinde mutlaka kaliteli protein ve kompleks karbonhidratlardan oluşan bir öğün tüketilmelidir. Yulaf + yumurta, tam tahıllı ekmekle peynir veya bir protein shake mükemmel seçenekler olabilir. Sonuç olarak, aç karnına spor kişiye özel bir deneyimdir. Vücudun verdiği sinyaller dikkatle dinlenmeli ve hedefler doğrultusunda bir beslenme ve antrenman uzmanına danışılarak kişiye özgü bir strateji belirlenmelidir.

Spor yapma alışkanlıkları arasında en çok tartışılan konulardan biri, aç karnına antrenman yapmanın etkinliği ve vücuda olan etkileridir. Bu uygulama, özellikle kilo verme ve yağ yakımı hedefleyen bireyler arasında yaygın olarak tercih edilse de, beraberinde hem fırsatları hem de riskleri getirir. Aç karnına sporun vücudumuzda nasıl bir tepkime başlattığını anlamak, kişisel hedeflerimize uygun ve sağlıklı bir antrenman rutini oluşturmak için kritik öneme sahiptir.

Yağ Yakımı Üzerindeki Potansiyel Etkisi

Aç karnına spor yapmanın en çok öne sürülen faydası, artan yağ yakımı kapasitesidir. Gece boyunca aç kalan vücutta glikojen (karbonhidrat) depoları azalmış durumdadır. Sabah aç karnına kardiyo veya düşük yoğunluklu bir antrenman yapıldığında, vücut enerji ihtiyacını karşılayabilmek için depolanmış yağları daha erken bir aşamada kullanmaya başlar. Bu durum, teorik olarak yağ yakım sürecini hızlandırabilir. Ancak buradaki kritik nokta, yakılan yağ miktarının toplam enerji dengesi içindeki yeridir. Gün içinde alınan kaloriler, bu etkiyi doğrudan belirler. Yani aç karnına spor, ancak genel olarak dengeli ve kontrollü bir beslenme planıyla desteklendiğinde anlamlı bir kilo kaybına katkıda bulunabilir.

Enerji Seviyeleri ve Performansa Etkisi

Potansiyel yağ yakımı faydasının yanında, aç karnına sporun en belirgin dezavantajı düşen enerji seviyeleridir. Vücudun birincil enerji kaynağı olan karbonhidratların yetersiz olması, özellikle yüksek yoğunluklu antrenmanlarda, kısa sürede yorgunluk hissine yol açabilir. Ağırlık kaldırma, interval antrenman (HIIT) veya yüksek tempolu koşu gibi aktivitelerde performans önemli ölçüde düşebilir. Daha düşük ağırlıklarla çalışmak, daha az tekrar yapmak veya antrenman süresini kısaltmak zorunda kalınabilir. Bu da uzun vadede kas kütlesi artırma veya dayanıklılık geliştirme hedeflerine ters düşebilir. Vücut, enerji sağlamak için sadece yağları değil, aynı zamanda amino asitleri, yani kas dokusunu da kullanmaya başlayabilir.

Kas Kütlesi Üzerindeki Olası Riskler

Aç karnına yapılan antrenmanlar, özellikle uzun süreli ve yıpratıcı egzersizlerde, kas kaybı riskini beraberinde getirebilir. Enerji açığı oluştuğunda vücut “katabolik” bir duruma geçebilir. Bu durumda, enerji üretmek için kas proteinlerini parçalamaya başlar. Bu süreç, özellikle kas inşa etmeye çalışan bireyler için istenmeyen bir sonuçtur. Antrenman sonrası doğru beslenme bu riski azaltmada anahtar rol oynasa da, antrenman sırasında yeterli enerjiye sahip olmamak kas onarım ve büyümesini zorlaştırabilir. Bu nedenle, kas kütlesini korumak veya artırmak isteyenler için aç karnına ağır antrenman yapmak genellikle önerilmez.

Kimler İçin Uygun, Kimler İçin Değil?

Aç karnına spor yapmak, herkes için uygun bir yöntem değildir. Bu uygulama, düşük yoğunlukta kardiyo yapan, kilo verme odaklı ve bu durumu kendisi iyi tolere edebilen bireyler için bir seçenek olabilir. Ancak, yüksek tansiyon, diyabet gibi metabolik bir rahatsızlığı olanlar, hamileler, performans hedefi yüksek atletler ve kas kütlesini artırmayı hedefleyen bireyler için riskli olabilir. Aç karnına spor yaparken baş dönmesi, mide bulantısı veya aşırı halsizlik hissedilmesi durumunda antrenmana derhal son verilmelidir.

Doğru Yaklaşım ve Öneriler Aç karnına spor yapmaya karar veren bireylerin dikkat etmesi gereken birkaç önemli nokta vardır. Öncelikle, antrenmanın yoğunluğu düşük tutulmalıdır; hafif tempolu koşu, yürüyüş veya bisiklet gibi. Süre 30-45 dakikayı aşmamalıdır. Antrenman sonrası ise kritik bir “pencere” bulunur. Kasların onarımı ve glikojen depolarının yenilenmesi için antrenmanı takip eden 30-60 dakika içinde mutlaka kaliteli protein ve kompleks karbonhidratlardan oluşan bir öğün tüketilmelidir. Yulaf + yumurta, tam tahıllı ekmekle peynir veya bir protein shake mükemmel seçenekler olabilir. Sonuç olarak, aç karnına spor kişiye özel bir deneyimdir. Vücudun verdiği sinyaller dikkatle dinlenmeli ve hedefler doğrultusunda bir beslenme ve antrenman uzmanına danışılarak kişiye özgü bir strateji belirlenmelidir.

Kategoriler
Spor

Bilinçsiz Sporun Beden ve Ruh Sağlığına Etkileri

Spor, sağlıklı bir yaşamın vazgeçilmez bir parçası olarak kabul edilir. Fiziksel gücü artırmak, ideal kiloya ulaşmak, stres atmak ve genel sağlık durumunu iyileştirmek için düzenli olarak yapılması önerilir. Ancak, spor her koşulda faydalı değildir. Bilinçsizce, plansız programsız ve aşırı yoğunlukta yapılan spor, vücuda faydadan çok zarar getirebilir. “Bilinçsiz spor” kavramı, kişinin kendi fiziksel kapasitesini, sınırlarını göz ardı ederek, yanlış tekniklerle ve yetersiz bilgiyle yaptığı fiziksel aktiviteleri ifade eder. Bu durum, kısa ve uzun vadede geri dönüşü zor hasarlara yol açabilir.

Fiziksel Sakatlanma Riskinde Artış

Bilinçsiz sporun en belirgin ve yaygın zararı, kas-iskelet sisteminde oluşturduğu yaralanmalardır. Kişiye uygun olmayan ağırlıkların kaldırılması, ısınmadan yapılan ani ve zorlayıcı hareketler, doğru formun göz ardı edilmesi sakatlanmaların başlıca nedenleridir. Kas yırtılmaları, bağ ve tendon kopmaları, menisküs yaralanmaları, eklem burkulmaları ve hatta stres kırıkları gibi ciddi problemlerle karşılaşılabilir. Bu sakatlanmalar, sadece spordan alınan verimi düşürmekle kalmaz, aynı zamanda günlük yaşam kalitesini de ciddi şekilde olumsuz etkiler. İyileşme süreci uzun ve sancılı olabilir, bireyi hareketsizliğe iter ve bu da farklı sağlık sorunlarını tetikleyebilir. Unutulmamalıdır ki, spor yaparken “acı yoksa kazanç da yoktur” mantığı tehlikelidir; vücudun verdiği ağrı sinyalleri asla görmezden gelinmemesi gereken uyarılardır.

Kardiyovasküler Sistem Üzerindeki Gizli Tehlikeler

Spor, kalp ve damar sağlığını destekleyen en önemli faktörlerden biridir. Ancak bilinçsizce yapıldığında, özellikle daha önceden teşhis edilmemiş bir kalp rahatsızlığı varsa, kalp üzerinde ciddi bir yük oluşturabilir. Ani ve aşırı zorlanma, kontrolsüz ağır antrenmanlar, yeterli dinlenme verilmeden yapılan üst üste aktiviteler, kalp krizi, ritim bozuklukları ve ani kalp durması gibi hayati risk taşıyan durumlara zemin hazırlayabilir. Özellikle orta yaş ve üzeri bireylerin, spora başlamadan önce mutlaka kardiyolojik check-up’tan geçmeleri hayati önem taşır. Spor, kalbi güçlendirmek içindir, onu yormak veya riske atmak için değil.

Psikolojik Tükenme ve Motivasyon Kaybı

Bilinçsiz sporun zararları sadece fiziksel boyutla sınırlı değildir. Sürekli olarak kapasitenin üzerinde hedefler koymak, yeterli dinlenmemek ve vücudu sürekli zorlamak, psikolojik bir tükenmişliğe yol açabilir. Spor, bir süre sonra zevk alınan bir aktivite olmaktan çıkıp, bir işkence haline gelebilir. Bu durum, motivasyonun tamamen kaybolmasına, bireyin kendini başarısız hissetmesine ve sonunda spordan tamamen soğumasına neden olur. Ayrıca, sağlıksız bir şekilde “mükemmel vücut” takıntısı (Bigoreksia) gelişebilir. Bu durum, kişinin kendi bedenini sürekli yetersiz görmesine, yeme bozukluklarına ve sosyal ilişkilerden uzaklaşmaya kadar varan ciddi psikolojik sorunlara yol açabilir. Spor, ruh sağlığını desteklemelidir, ona zarar vermemelidir.

Sürdürülebilirlikten Uzak ve Verimsiz Bir Süreç

Bilinçsizce yapılan spor, genellikle sürdürülebilir değildir. Kısa sürede hızlı sonuç alma beklentisi, kişiyi gerçekçi olmayan antrenman programlarına iter. Bu programlar, vücudun uyum sağlama kapasitesini aştığı için kısa sürede sakatlanma veya tükenmişlikle sonuçlanır. Ayrıca, doğru teknik ve bilgi olmadan yapılan egzersizler, hedeflenen kas gruplarını etkili bir şekilde çalıştırmaz. Bu da istenen fiziksel gelişimin sağlanamaması, yağ yakımının verimli olmaması anlamına gelir. Yapılan emek ve harcanan zaman boşa gider. Oysa spor, sabır ve süreklilik isteyen bir yolculuktur. Kişiye özel, kademeli olarak zorluğu artırılan, doğru tekniklerle uygulanan ve dinlenmeye de yer veren bir program, uzun vadede çok daha verimli ve kalıcı sonuçlar verir.

Sonuç olarak, spor yapmak kadar nasıl yaptığınız da önemlidir. Sporu bir yaşam tarzı haline getirmek isteyen her birey, mutlaka kişisel özelliklerine, fiziksel kapasitesine ve sağlık durumuna uygun bir program için bir uzmandan yardım almalıdır. Vücudu dinlemek, sınırları zorlarken aşmamak, doğru teknikleri öğrenmek ve sporu bir yarış değil, kendine yapılan bir yatırım olarak görmek esastır. Unutulmamalıdır ki; bilinçli yapılan en hafif spor, bilinçsizce yapılan en ağır spordan her zaman daha değerlidir.